Pazar, Ocak 03, 2010

Hayran olmak bize haram

İbrahim Altınsay

Birkaç hafta önce Fulham-Bolton maçını Craven Cottage’de izledim. Maç çıkışı tanıdık bir yüzle karşılaştım. “Sizin burada olacağınızı tahmin etmiştim ama karşılaşmayı beklemiyordum” dedi bu arkadaş. Sonra hatırladım; Banu ile Bağış’ın NTV’deki programına katılanlardan biriydi bu futbolsever.Küreselleşme böyle bir şey. Taa uzaklarda bir statta karşılaştığınız insanın aslında her hafta sizin evinize konuk olan biri olduğunu hatırlıyorsunuz.Sadece televizyon, internet ve seyahat kolaylığı yüzünden iç içe geçmiyor dünyalar. Sermaye küreye yayılınca işgücü de ters yönde yayılıyor. Kültürler birbirinin içine geçiyor, çatışıyor, dönüşüyor. Koskoca bir kültür kazanı oluyor dünya. Dünya dönüyor ve biz de onun üzerinde yaşama mücadelesi veriyoruz. Her gün hayatımızı yeniden üretme mücadelesini veriyoruz.‘Ülkem’ dediğim şey de öyle. Tarihiyle, kültürleriyle benim yaşamını oluşturan şeylerin içinde kaynadığı bir kap olarak ilgilendiriyor beni. Yoksa ‘kutsallık, mutsallık’ palavra. Üzerinde yaşayanlardan daha kutsal bir toprak parçası olur mu? ‘Düzayak, beyaz badanalı bir ülke’, üzerinde yaşayanların mutsuzluğu üzerine kurulur mu?Dünya dönüyor ve ben daha çok ayağımı Türkiye topraklarına basıyorum. Tek fark bu. Ülke fark etmeksizin herhangi bir sorun benim sorunum. Ama bu ülkenin bir sorunu, herkesten önce benim sorunum.Böyle olunca yabancı olana, ‘hayranlık ya da düşmanlık’ ikilemi içinden bakmıyorum.Hem içinde hem dışındayımBu girizgahi şunun için yaptım. Birtanya’nın Independent gazetesinde bir yazar, “İnönü’de 132 desibellik ses çıkıyor, ölmeden önce orada maç izleyin” dediği zaman sevindirik olmaya gerek yok. Bir İngiliz futbolsever için turistik bir anlamı var sadece bunun.Ben yatılı okul harçlığımın yettiği günden beri, yaklaşın bir 30 yıl Kapalı’da maç izledim. Yani ölmeden önce sayısız defa yaptım bu işi. Şimdi seyirci ve tribün üzerine ahkâm kesenlerin hiçbirini görmedim orada. Son beş yıldır Yeni Açık’tayım.Bir yabancı, ya da bir iktidar parçası elde edince, diyelim yönetici olunca, o stadı ve tribünü fark eden bir ‘yerli yabancı’, Kapalı’ya bakınca desibel gibi teknik bir ölçümü görebilir. Ama ben Yeni Açık’tan oraya bakınca hayatımı görüyorum. Sevinçleri, üzüntüleri, kümede kalma ve şampiyonluk maçlarını, kucaklaşmaları ve tartışmaları görüyorum. Ülkede savaş ve çatışma çığırtkanlığı kol gezerken Diyarbakır maçında o tribünlerden esen barış ve bir arada yaşama rüzgârını görüyorum. Bunların yanında o tribünde işlenen cinayeti, o tribünde taraftar üzerine saldırtılan zavallıları, yönetimlerin kışkırttığı iktidar kavgasını da görüyorum.Independent yazarı ile Radikal yazarı olarak benim farkım işte burada. Hayranlık budalasıyımŞimdi tersten bakalım. Biliyorsunuz, Spormax’de hasbelkader Premier Lig maçlarını yorumluyorum. “Yabancıların her şeyine hayran, bizim her şeyimize düşman” diyenler var.Bakın bu biraz farklı işte.Evet, ne yapayım, bu oyunu seviyorum. Oyun kesilmediğinde, az faul düdüğü çalındığında, futbol ufkumun sınırları zorlandığında, gencecik bir oyuncu sahne aldığında gözüm gönlüm şenleniyor. Bu oyuna olumlu, yapıcı, yaratıcı, saygılı yaklaşan her şeye hayranım. Tersine olan her şeye, Çarşı’nın deyişini ödünç alırsam, karşıyım. “Üzerime vazife değil” demeden. Çünkü bu oyunu seviyorsam Premier Lig’in derdi benim de derdim.Türkiye Süper Ligi’nde yorum yapsam nelere hayran olduğumu görecekler.“Son 15 dakikada hakemin kararları doğal olarak bizim aleyhimizeydi, çünkü biz o dilimde kötü oynayan taraftık” diyen Rijkaard’a hayranım. “Ön libero ne demek ki? Sarp ileri geri oynadı, gol attı, gol çıkardı” diyen Rijkaard’ın, takımına atak iştahı aşılayan futbol anlayışına hayranım...Sıkıştığı zaman Mustafa Denizli’nin ürettiği inanılmaz çözümlere hayranım... Kayseri’de bize sezonun en seyredilesi maçını hediye eden Ertuğrul Sağlam ve Tolunay Kafkas’ın takım oyunu arayışına hayranım... Şenol Güneş’in sakin ama iddialı haline hayranım. Bir de “Pazartesi hocaları asla maç kaybetmez” diyen Muhsin Ertuğral’a.Alex’in sınırlı bir alanda bile olsa yaratıcılığına, Santos’un su gibi oyununa, Güiza’nın arayışlarına, Özer’in çıkışına, Arda’nın ve Keita’nın sololarına, Topal ve Sarp’ın akıllı mücadelesine, Ernst’in inadına, Ekrem’in çalışkanlığına, Bobo’nun vuruşlarına hayranım. Daha birçok futbolcuya da... Saymak için bütün maçları yeniden izlemek gerek.Ulemanın onlara yüklenerek kendi iktidarsızlığını tatmin etmeye çalıştığı ‘hakem asmaca’ oyununda, futbolu kesmeden, bozmadan oynatmaya çalışan hakemlere hayranım.Çetin yaşam koşullarında ekmeğinden arttırdığı parayla biletini alarak maça giden futbolsevere hayranım. İnternette, fanzinlerde, sohbetlerde futbol aşkını derinleştiren, bu oyuna olumlu yönde kafa yoran taraftara hayranım. Bilet fiyatlarına direnen Fenerbahçelilere ve karşı tavırlarından vazgeçmeyen Beşiktaş tribünlerine de.Düşmanım çünkü hayranımHayranlık nerde durduğunuza, nereden baktığınıza bağlı... Oyunun sürmesine hayransanız, oynanmasından zevk alıyorsanız oyunun sık sık kesilmesine ve oyunun durduğu anların saatlerce tartışılmasına karşısınız elinizde olmadan... Ankaraspor’un bir utanç belgesi olarak ‘0’ puanla dibinde durduğu bir lige karşısınız.Erzurumspor gibi takımlar açlık sınırında oynarken, kulüplerin şeffaf bir yapıya kavuşmasını sağlayacaklarına, futbolu kamu kasasından sadaka ve ulufe ile yöneten muktedirlere karşısınız... Şike olaylarının üzerine gitmeyen sonra da Bochum Savcılığı’ndan bilgi dilenen, eyyamcılığı tarz haline getirmiş Federasyon’a karşısınız. Ülkede örgütlü sahtekârlık suçken, şike olaylarını “mevzuat yok” diye geçiştiren pişkinliğe karşısınız... Tribün olaylarının faillerini bulacaklarına, toptan seyirciyi cezalandıran ‘seyircisevmez’ anlayışa karşısınız. İkide bir “kulübümün haklarını savunacağım” diye tehdit savuran birinin başında olduğu Kulüpler Birliği’ne, kendi takımı olunca her şeyi mubah gören ve kulübün kaynaklarını har vurup harman savuran yönetimlere, sahada yatıp rakibine kart aldırmaya ya da zaman çalmaya çalışan futbolcuya, her şeye düdük çalmayı iyi maç yönetmek sayan hakeme karşısınız. Bakın maçlar durdu bunlar ne kadar mutlu... Siz futbolseverlere huzurlu bir yılbaşı dilerim. Yeni yılda hayran olduklarımızı daha güçlü savunmak, karşı olduklarımızla daha güçlü mücadele etmek için.
SPOT IŞIĞI2016 ERZURUM’DAN GEÇER
Sezon başından beri paralarını alamayan Erzurumsporlu futbolcular son maçta, üzerinde ‘Bizden Bu Kadar’ diyen siyah bir pankart açtılar. Hepsine helal olsun. Emeklerinin, işlerinin namusu için çok haklı bir tepki. Sadece futbolun değil, emeğin tarihinde de onurlu yerlerini aldılar.Utanması gerekenler bakalım ne yapacak? Takımların eline militarist ve buyurgan pankartlar tutuşturulmasına ses çıkarmayan Federasyon bu pankart için ceza kesecek mi? Futbolu yönetenler, direnişçi sporcuların yollanması koşuluyla kamu bütçesinden sadaka verecek mi Erzurumspor’a.
Tam da Türkiye’nin 2016 Avrupa Şampiyonası’na talip olduğu bir dönemde Erzurumsporlu futbolcularının eylemi daha bir anlamlı oldu.Yok neden şu şehir alınmamış, yok neden içi kaval, dışı şeşane, zemini rezalet Saracoğlu’na maç verilmemiş? UEFA’da eyyamcı meyyamcı ama yine de bazı kriterleri var. İstediğiniz kadar göstermelik stat yapın, asıl mesele şu: Futbolcularının ‘Bizden Bu Kadar’ pankartı açtığı bir ülke Avrupa Şampiyonası’na talip olamaz. Olursa ayıp olur.Ha oldunuz, çuvalla para harcayacağınıza ‘Bizden Bu Kadar’ pankartını amblem yapın o zaman.

Hiç yorum yok: