Cumartesi, Kasım 07, 2009

Beşiktaş Ruhu ve İlkeleri üzerine... " YıLmaz Erdoğan




Televizyonun hayatımıza zerkettiği reklam ve az sonra'lar arasında bir yerde bir Beşiktaş lafı duyunca, manasız zapping seyahatimin sanki bir amacı varmış gibi oldu... Her zaman olduğu gibi konuşması haber olan kişiden çok, fondaki adam bağıra çağıra konuşuyordu. Başkanın o günkü açıklaması montaj marifetiyle anlamsız hale geldiği için sadece şu sözleri seçebildim:... Beşiktaş'ın ilkeleri ve Beşiktaşlılık ruhu bakımından........................Sonra düşündüm? Neydi bunlar gerçekten? Beşiktaş İstanbul'un merkezinde bir semttir. Geleni geçeni de çoktur, oturup kökleşeni de.... Bir ayağı denizdedir, martılar dolaşır balıkçı teknelerinin arasında....Vapurlar yanaşır iskeleye, motorlar sanki pikniğe gider, günde yüz kez Üsküdar'a, Kadıköy'e... Ben bu ilçeden binlerce kilometre uzakta bir küçük şehirde doğdum. Ve doğma büyüme Beşiktaşlıyım. Bizzat ilçeyi görmem için on dokuz yıl geçmesi gerekti doğumumun üstünden. Babam da Beşiktaşlıydı benim ve ben babamı herkesten çok severdim. Öyle güzel adam Beşiktaşlı olmuşsa vardır bir bildiği dedim ve "siyah beyaz" , hayatımın önemli bir bölümü oldu! Derken Ankara... Ve asfalt üzerinde minyatür kale yılları, oradan lisans sahibi bir futbolcu olarak 19 Mayıs Stadyumu, yan sahalarda çamurlu futbol zamanları... Futbolun ne kadar basit ve ne kadar da karışık bir savaş oyunu olduğunu bizzat içine girerek öğrendiğim yıllar...Ve sonra futbolun beni hiç terketmeyecek bir aşka dönüşmesi... Peki neden İstanbul'daki bir semtin takımını tutar Hakkari'de bir çocuk? (Kuşkusuz bu diğer takımlar için de geçerlidir ama, bu yazı Beşiktaş'ı kapsamaktadır.) Çünkü Beşiktaş'ın en değerli, en ünlü, başkaları tarafından en çok paylaşılmış markası BJK' dir... Beşiktaş değil! Eğer siz BJK'yi bir futbol takımından ibaret görüp tutuyorsanız, siz Beşiktaşlı değil, Beşiktaş' lısınız... Bir kulübün sadece bir birimini tutarsanız siz sadece futboldaki başarıya ortak olmak için herhangi bir kulübe yatırım yapmış hisse avcılarısınız... "Takım Ruhu" sözü tartışmalıdır bana göre...Takım ruhu ile kulüp ruhu aynı şeyler midir? Takım ruhu sadece futbolu kapsar ama kulüp ruhu o kulübün tüm faaliyetlerini! Bir takımın değil, bir kulübün ruhu olabilir... Biz, futbol takımı şampiyon olursa Beşiktaş'lı olduğumuz için gurur duyarız ama olmazsa da gurur duymaya devam ederiz. Çünkü bizim Beşiktaşlılığımızı hiçbir maçın sonucu değiştiremez! Peki Beşiktaşlı olmak için " ben artık Beşiktaşlıyım" demek yeterli midir? Aslında bugün yeterlidir ama yetmemesi gerekir. Dur bakalım o kişi Beşiktaş'ın ilkelerine göre hareket edecek midir? Öyleyse nedir Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün ilkeleri. Kendimce sayıyorum genel kabul görmezse bunları "kendi" ilkelerim sayarım : Jimnastik sporuna ilgi göstermek! Bu spora bayılmasak bile onunla ilgilenmek ve Türkiye'de jimnastik deyince BJK' yi akla ilk gelen kulüp yapmak boynumuzun borcudur! Çünkü kulübümüzün adı bu! Bu isim Beşiktaş için eskiden kalma manasız bir tabela kazası olmaktan derhal çıkarılmalıdır! Jimnastiğe önem vermek her Beşiktaşlının uyması gereken bir vasiyettir. Hoşlansak da hoşlanmasak da yerine getirmek zorundayız. Hemen her kulübün jimnastik ayağını dünya standardına çekmeliyiz! Ben de hepiniz gibi futbolu jimnastikten daha çok seviyorum ama konu bu değil! Kaldı ki jimnastiği iyi yapmamız futbolu kötü oynamamıza yol açmaz! Beşiktaşlı olmanın ikinci şartı delikanlı olmaktır... Bu sözcük üzerine söz söyleme hakkım olduğunu sanıyorum, zira bu ülkede "delikanlı" sözcüğünün tanımını defalarca hatırlatmış bir kişiyim. Bu kavram da aslında Beşiktaş'a kurucularının bıraktığı vasiyette yazılı... Diyelim ki hiç hesapta yokken düşme potasındaki bir takım geldi ve Beşiktaş'ı İnönü'de üç sıfır yendi... Hilesiz, hurdasız... Hakkıyla, ter dökerek!... İşte böyle bir takımı alkışlayarak uğurlayacak kadar delikanlı olmak! DELİKANLILIK BİZİM ANA TEMAMIZ OLMALIDIR.GALATASARAY ÜLKE İÇİ BİR FRANSIZ EKOLÜYSE,BİZDE YERLİ MALI DELİKANLI BİR OKULUN ÖĞRENCİLERİYİZ Zinhar, katiyen, hiçbir şekilde ve hiçbir zaman, hiçbir şekilde ve hiç kimseye küfür etmemek! O anlama gelecek herşeyi yapmak ama asla küfür etmemek! Çünkü delikanlı adam ya da kadın küfretmez. Onun yerine bir nükte bulur en şahanesinden öyle söyler... Sağlam bir espiri her zaman ağız dolusu edilmiş bir küfürden daha rahatlatıcıdır! Zira bizim maçımızı yöneten bir hakeme onuncu dakikada iğrenç küfürler ederek hakemin bizden de, takımımızdan da nefret etmesini sağlamak takımın yararına değildir! (Mesela son Fenerbahçe maçında Muhittin Boşat'ın ayarını biz bozduk. Tamam maça kötü başladı ama sayemizde toparlama şansı da olmadı! Tribün linç eylemlerine bir ara verseydi belki de leyhimize bir penaltı çalacaktı, çünkü o da Ali Eren'in kırmızı kartından tam emin değildi. Hatırlarsanız kartı da zaten Boşat değil, yardımcı hakemi vermişti ama Allah'tan tribünler yardımcı hakemin adını bilmiyordu! Yoksa O'nun da yakın akrabalarına ismen küfür edilecekti ) Herzaman ve her yerde takımın yararına davranmak zorundayız. Özellikle takım yenildiği zaman.... Yenilgi bize galibiyet kadar lazımdır! Her yenilgi bize galibiyetin lezzetini hatırlatır... Takım yenilince ne yapmalı? Tut ki bizimkiler gittiler Antalya'dan iki tane yediler ve elbette biz bundan hiç hoşlanmadık. Ne yapmalıyız? Bir kere bunu mümkün mertebe haftaya yine sahaya çıkacak futbolculara belli etmemeliyiz. Zira sırf bu yüzden bizi haftaya yine üzebilirler. Ayrıca bir tepki gösterecekseniz bunun yolu futbolcuyu dövmek değil ki! Hepsini internet siteleri var, oraya girin derdinizi anlatın. Küfretmeyin adam gibi eleştirin: Neden koşmuyorsun kardeşim, diyin! Sen koşamayınca biz alay konusu oluyoruz hemşerim, diyin! Seni bilmem ama bizim için Beşiktaş çok önemli! Senin takımını değiştirme şansın var ama bizim yok, diyin! Sen seneye Avrupa'ya ya da Bursaspor'a gidebilirsin ama biz nereye gidelim? Çocuğumunda Beşiktaşlı olması benim içn önemli ama sen koşmazsan niye Beşiktaşlı olsun? Sen UEFA Kupası'nı almazsan niye seni tutsun diyin? Sen niye ceza sahasının içinde yalandan kendini atıyorsun, hileyle hurdayla atılmış gole sevinmek bir delikanlıya, bir Beşiktaşlı' ya yakışır mı, diyin!..... Emin olun sizi dikkate alacaklardır. Siz onlara küfrederseniz aranızda duygusal bir ilişki kurulamaz ki! Bu hafta gol atmayı herkesten çok isteyen adama atamadı diye ağıza alınmayacak, alınırsa o ağzı kullanılamaz hale getirecek küfürler ettin (onurlu bir adama, şerefsiz ya da sahtekar demek bu küfürlerdendir mesela), önümüzdeki hafta aynı adam iki gol attı, ne yapacaksın? Sırf adam o golü attı diye tribünde hiç tanımadığın birini kazayla da olsa dudağından öptün! Yani sen geçen hafta öldürdüğünü bu hafta diriltmeye çalışıyorsun! Hayır ölü dirilmiyor ve dikkat edersen o çocuk da golü atınca tribüne değil yedek kulübesine koştu! Çünkü dostları oradaydı. Zira geçen hafta size küsmüştü ve bu hafta gol attı diye de bağışlayacak değildi! Sevdiğiniz, hatta sevmek zorunda olduğunuz hiçkimseyi böyle küstürmeyiniz. Tepki gösterelim ama bunun için küfürden daha zekice yollar bulalım ki, Beşiktaş seyircisi bu konuda en yaratıcı grup olmuştur. Sahaya sırtını dönmek çok zekice bir eylemdir. Buna benzer bir başka numara da hakemi protesto etmek için bulalım. Tut ki takım bizi büyük hayal kırıklığına uğrattı. Dolduralım İnönü Stadı'nı tıka basa ama doksan dakika çıt çıkarmayalım. Gelin şu futbolu daha lezzetli hale getirelim. Hakem yanlış bir penaltı kararı verdiğinde, leyhine karar verilen futbolcu gitsin desin ki "hocam penaltıyı verdin ama doğru değil, ben kendim düştüm!". Hadi gelin bu sporu daha delikanlıca yapılır hale getirelim ve bu işe BJK seyircisi ön ayak olsun! O zaman kaybettiğimiz maçları da kazanırız! Çünkü büyük bir takım yenildiği zaman da birşeyler kazanmasının bilmelidir. Çünkü Beşiktaş şampiyon olamadığı zaman bile şampiyondur!

Hiç yorum yok: