Perşembe, Kasım 12, 2009

Bir zamanlar ben de Terry gibi sevdim FERİDUN DÜZAĞAÇ




Gözbebeğimiz bir taneciğimiz Arda Turan Diyarbakırspor maçında golünü attıktan sonra bir meşın men ‘machine man’e dönüştüğü an hakkında O’nun menfaati için yazan bir fani olarak inceden tırsıverdim. Yumruklarını sıktı ağzını Neyşınıl Coğrafik’de ceylan görmüş bir aslan gibi açtı ya sandım ki sol tekmeyi koyup ekranın camından ‘Çok konuşma Fe ağbi’ diyecek. Vücut dili jest ve mimik analizinde tokatçı doktor Sayın Çakar denli bir iddia sahibi değilim elbet lakin gol sevincinde saklı duran öfke ve patlamayı hissetmemek için kalpsiz ve akılsız olmak gerekir sanırım. Arda, yüreği sevgi dolu eminim ki zamanında günlük tutan, kendince şiirler yazan hatta ilk gençlik döneminde aşık olduğu kıza açılamayacak kadar saf ve mahcup bir genç adam. Son röportajlarından birinde doğup büyüdüğü mahallesini - yamulmuyorsam Bayrampaşa idi- yaşına inat bir nostaljik eda ile anlattığı satırları okudum. Kronik mutsuz ve profesyonel umutsuz bir ahkam kesici olarak, buradan Galatasaray yetkililerine ‘Arda Turan gerçeği’ne, O’nun mutluluğu ve neşesi adına, el atmalarını öneriyorum nacizane. Gol attıktan sonra anneciğine babacığına sevgisini sunduğu ve gülümsediği günlerinde görmek istiyoruz O’nu. Şu üç günlük yalan dünyada bilirim ki nostalji mutsuzluktan ve yetinmezlikten doğar.***Biz Beşiktaşlıların Fenerbahçe nostaljisi vardır mesela. Tamamıyla mutsuzluktan ve kahırdan beslenir. Tek gerçek İngiliz Sör’ü Gordon Milne dönemi. O zamanlar lise üniversite çağlarım; Beşiktaş’ımız lehine neredeyse yirmilere varan bir galibiyet farkı. O dönem Beşiktaş’ımız Beşiktaş’tı. Herkesin sempati ve hayranlıkla izlediği bir takım. Anadolu’da nefret edeni olmayan tek büyüktü, altın çağ idi işte. Altyapı altın değerinde idi. Son on yıl içinde getirildiğimiz noktayı anlamakta ve kabullenmekte zorlanıyorum ne acıdır ki; önümüzde ezeli rakip ebedi dost -hiç değilse benim için öyle- Fener maçı var. Son yıllarda hem de İnönü’de istediğini kolayca alan Fenerbahçe. Zorlu bir derbiye değil Dolmabahçe’ye çay içmeye gelir gibi gelen bir Fenerbahçe. Bu maç ile ilgili tahminimin bir kıymeti olmayacağının farkındayım. Geçen hafta bu sezonun Beşiktaş’ımız için kapandığını yazıp baltayı taşa aklını Beşiktaş’a vurmuş bir bahtsız olarak anlatmak istediğim tek şey ‘büyük takım refleksleri gösterebilmek’ noktasında yitirmeye başladığımızı hissettiğim takım direnci ve hırsıdır. Sayın Denizli’nin Trabzon maçı için yaptığı ‘kaybı telafisiz’ analizine saygı duyabiliriz lakin çıkardığı on bire ve oyun anlayışına şiddetsiz itirazım var. Kaybetmemek zorunda olduğunuz bir maçı bir şekilde kazanabilirsiniz. Önümüzde iki kere kazanmak zorunda olduğumuz bir derbi maçı var. Hem yarıştan kopmamak hem de Fener’in neredeyse amansız üstünlüğüne giden bir istatistiği psikolojik eşiğin sınırında iken revize etmek adına kazanmak zorunda olduğumuz bir maç. Hocamızın meşhur şapkasının ve içindeki siyah-beyaz tavşanların yetisini nefesleri tuttuk bekliyoruz. Ben başta güler yüzlü güzel başkan Sayın Şener, Hügo ‘Boss’ ve tüm Trabzon camiasından sergilediğimiz ilkel ve ‘stratecik’ oyundan dolayı özür dilerim valla. Bunca yılın seyredeni olarak ilk kez bal teknesinden çıkmış bir galibiyetimize şahidim; Size denk geldiği için üzgünüm. ‘Outlet’ bir galibiyet oldu, defoluydu. Bu Beşiktaş da zaten hızla Beşiktaş Outlet’e gidiyor. Altın çağı en fanatik döneminde bizzat yaşamış bir kartal olarak kuytularda küskünüm. Mustafa hocam manda yuva yapmış söğüt dalına yavrusunu nasıl da kaptınız Trabzon’da. Reha Muhtar Beşiktaşlısı ile girdiğiniz diyalogun bir benzeri için ben de aramanızı bekleyeceğim. Kaynağımı söylemem ama benim duyumlarım da aylardır ‘duran top’ çalıştırmadığınıza dair. Bu bilgi kafalardan seker gol olur. Yattığımız yerden maç seyredip yazıyoruz diye Beşiktaş’ımızı yatanlara bırakır mıyız sanırsınız. Teessüf ederim***5-5 biten maçı izleyemedim zaten ruhen de izleyemezdim. Biz Beşiktaşlıları bozar öyle gollü maçlar bu sezon ‘cıs’ olur. Bir of çeksem karşımdaki dağlar tıs olur. Gençlerbirliği’nden Hurşit Meriç’i okurlarına ilk ihbar eden hariçten gazelci olmaktan gururluyum. Gökhan Emre’nin Ciksin golüne hasta olduğumu da belirtirim lakin maç sonu attığı golleri Kartal Cezaevindeki mahkumlara yolladığı için kendisiyle ilgili olumlu izlenimlerimi arkadaşlar içerden çıkana kadar sizinle paylaşmamayı güvenliğim adına zorunlu buluyorum. Tolunay hocamız da atom parçalamaya başladı, tebrik ve takdirlerimi kabul buyursun. Haftanın golü başlıktan da kolayca anlaşılamayacağı gibi Teri’nin Mençıstır’a attığı goldür benim için. Büyük takımlara yıllarca aşkla ve sadakatle bağlı büyük oyuncular kolonisinin önde gideni Teri. Finalde penaltı kaçırınca yıkılmıştı ya bu gol O’nun intikamı olması açısından en anlamlı goldür. Arda’nın da Galatasaray’a öyle büyük bir kaptan olmasını dilerim. Koloninin Beşiktaşlısı Rıza’mız, adamımızdan sonra bir büyük kaptan özlemiyle tutuştuğumuzu da isyan ile haykırırım. Marsiyo Nobre’yi Fener’den aldıktan sonra Saracoğlu’na kaptan çıkarıp kendi sığ kafalarınca şekil yapan ‘Outlet zihniyet’e de Hakkı Yeten derim, yeter umarım. Altın çağı göremeyen genç Beşiktaşlı arkadaşlarıma da üzülerek ve maalesef ‘Seninle benim aramda İstinye Park var’ der susarım. Ah güzel Beşiktaş’ım kan tükürsün adını şanını unutup ananlar; sana benim gözümle bakmayan gözler kör olsun. Teri’nin eşi kör olursa ne olur; Teri’nin körü olur. Teri’nin formasını sevdiği gibi sev beni...

Hiç yorum yok: